20 Mayıs Salı günü Hakan Güldağ’ın EKONOMİ gazetesinde yayımlanan yazısında, satılık fabrika ve fabrika arazilerinin ilan sayısındaki artış tespitine ve sanayicinin üretimden kazanç elde etmektense tesislerini kiraya vermenin daha makul bir hal aldığına ilişkin serzenişlerine yer verilmişti.
Sanayicinin son 2 yılda yaşadığı zorlukları tahmin etmek güç değil. Hem yerelde hem küreseldeki talep düşüşüne bir de finansmana erişim sıkıntıları eklenince değişen finansal yönetim denklemi karşısında aksiyon alma istek ve düşüncesi gayet olağan.
Hatta bu aksiyon alma düşüncesi, bilinen yöntemlerle para kazanma alışkanlığı olan müteşebbisleri ataletten kurtararak dünyadaki değişen üretim ve tüketim düzenine ayak uydurabilme yönünden orta-uzun vadede bulunacakları yer ve uygulayacakları yöntemler üzerinde daha ayakları yere basan adımları atmalarına ön ayak olacaktır.
Ancak, piyasaya girişlerde müteşebbisler tarafından ekonomideki konjonktürel rahatlık ihmal edilerek verilen ticari kararın isabetine odaklanılıyor ve bu karar başarı hikayelerine konu oluyorken, piyasadan çıkış kararı gündeme geldiğinde bu sefer ekonominin konjonktürel daralması vd. dışsal etkenlerden başka bir gerekçe pek duyulamıyor.
Oysa, fabrika arazisi satın almak nasıl bir finansal karar, sahip olunan sermayeden kira geliri elde etmektense üretim tesisi kurmak nasıl bir ticari kararsa; alınan araziyi satmak veya üretim tarafında olmaktan vazgeçilerek tesisi kiraya vermek aynı şekilde ticari ve/veya finansal karar olarak değerlendirilmeli.
Bu noktada belki yıllar süren üretim hikayesinin sonlanması duygusal olarak işyerlerine bağlı olan işletme sahipleri için kolay olmayabilir. Fakat bu noktada yalnız değiller. Benzer finansal alternatifler hane halkı için de söz konusu. Yıllardır oturdukları evi satmalarıyla elde edilecek faiz geliri aynı evin kirasını ikiye katlayabilir. Hatta bu karar 2 sene öncesinde verilseydi bugün daha iyi bir semtte ev almaya vesile olabilirdi. Aynı durum aile otomobilleri için de söz konusu.
Kabul edelim ki bu matematiğin hane halkında karşılık bulmamasının makul ‘duygusal’ gerekçeleri var. Bu bakımdan hane halkının serzenişleri bir yere kadar kabul edilebilir.
Ancak müteşebbisler için duygusal serzenişlere yer yok. İmalatçı ve sanayicilerimizin üretim reçetelerini gözden geçirerek zorlaşan rekabet koşullarında kendilerine daha güçlü yer bulması, toplumsal refahın artışına olan katkıları ile birlikte kendilerine en büyük duygusal tatmini sağlayacaktır.