Maruf BUZCUGİL/Hüseyin GÖKÇE
Ankara Sohbetlerine konuk olan Gelecek Partisi Ekonomi Politikaları Başkanı Kerim Rota, Türk bankalarındaki sabit faizli tahvil oranının yüzde 3 olduğunu belirterek, ABD’de yaşanan krizin bankaları etkilemeyeceğini söyledi. Buna karşın, başta bankalar olmak üzere finansal baskıların devamında ağır sorunlarla karşılaşılabileceği uyarısında bulunan Rota, Merkez Bankası’nın tekrar faiz belirleyecek konuma gelmesi gerektiğini bildirdi. KKM biterse dövize hücum olacağı yorumlarına katılmayan Kerim Rota, bunun bir an önce sonuçlandırılması gerektiğini bildirdi.
ABD’deki banka iflasları Türkiye’yi nasıl etkiler sizce?
Belli kuruluşları, düzenlemelerden muaf tuttuğunuz noktada çok büyük kaçaklar ve risk yönetim zafiyeti ortaya çıkabiliyor. Bu bankanın ölçeği de Trump’un önce düzenlemelerden muaf tuttuğu bir ölçekti. Buna göre de risk yönetimini iyi yapmadığı çok net bir şekilde görüldü.
Hem likidite hem faiz riskine döndü dolaştı hem ABD’nin başına bela oldu hem de tüm dünyadaki finansal piyasaları sarstı. Bize bence şöyle mesaj veriyor. Finansal kuruluşlar ve bankacılık sisteminin düzenlenmesinde, devletlerin düzenleyicilerin tetikte ve işi bilen yapılar olması gerekiyor. Türkiye’de son yıllarda bu beceri setinin gerilediğini düşünüyorum. Merkez Bankası, BDDK, SPK gibi kuruluşlarda bir an önce kurumsal kapasitenin artırılması lazım.
Bizim seçim, ABD faizinin tepe noktasına çıktığı bir dönemde olacak. Yani Fed’in faiz artışını bitirdiği veya bitirmek üzere olduğu bir döneme geliyor. Dolayısıyla seçime gireceğimiz dönem konjonktür açısından ülkemize yardımcı olacaktır.
Türkiye’de bankalara, düşük faizli, uzun vadeli tahvil almaları zorunluluğu getiriliyor, eğer faiz yükselirse ABD’dekine benzer sıkıntı ortaya çıkar mı?
Elimizdeki veriler, böyle bir sıkıntı çıkacağını göstermiyor. Batan bankanın bütün varlıklarının yüzde 45’i hazine tahvillerinden oluşuyordu. Türkiye’deki bankacılık sektöründe bu oran yüzde 18 seviyesinde. Üstelik faiz riski oluşturabilecek TL varlıkları yüzde 9 seviyesine iniyor. Enflasyona endeksli ve değişken faizli olanları ayıkladığınızda ise sadece yüzde 3 kalıyor.
Dolayısıyla olası faiz artışında bankaların sermaye tamponu bunu karşılamaya yetecek durumda, bu konuda içimiz rahat. Ancak çok hızla finansal baskılamanın, bankacılık sektöründe ciddi anlamda varlık kalitesinde bozulmaya, faiz marjındaki bozulmaya ve bankacılık sisteminde de kötüleşmeye yol açtığını biliyoruz.
Ancak mevcut politika bir iki sene daha sürdürülürse bu bozulmanın derinleşmesi kaçınılmaz. Bu nedenle Türkiye’nin bir an önce aklı başında, normalleşmiş para ve maliye politikasına dönmesi gerekiyor. Buna döndüğünde hiçbir şey için çok geç değil. Mevcut ekonomi politikalarının bir dönem daha devam ettiği senaryoda, yani finansal baskılamanın devamında çok ciddi sonuçlarla karşılaşabiliriz. Zaten bizim programımızda bir normalleşme vaadi var. Bu normalleşmenin ardından da Türkiye’nin dışa açık sermaye hesabının devam etmesi ve Türkiye’nin hem yurt içi hem yurt dışı tasarruflardan daha uygun faydalanması öngörülüyor.
Piyasalara yönelik genel değerlendirmeniz nedir?
Türkiye’de enflasyonla çok ciddi mücadele yapılmak durumunda, çalışmayan piyasaların tekrar çalışır hale getirmesi gerekiyor. Şu anda döviz, tahvil, mevduat, kredi hatta kısmi olarak BIST artık çalışmaz piyasalar veya alıcılarla satıcıların gönüllü olmadan işlem yaptıkları piyasalara dönüşmüş durumdalar. Ben buna piyasasızlaşma diyorum, dışa açık bir ekonomi haline tekrar gelmeli.
“Kontrolün bireylere kadar sıçrayacağı endişesi taşıyoruz”
Gönüllü olmadan işlem yapmayı biraz daha açabilir misiniz?
Şu anda döviz piyasasında gerçekten gönüllü alıcı ve satıcı var demek mümkün değil. Merkez Bankası sürekli ağır şekilde giriyor. Alıcılar gönüllü ama satıcılar gönülsüz. Tahvil piyasası için de geçerli, enflasyonun yüzde 50 olduğu yerde 5-6 yıllık tahviller yüzde 11’den işlem görüyor. Kimse bunu almak istemiyor ama devlet uygulamaları ve finansal baskıyla almak zorunda kalıyorlar. Kimse enflasyonun yüzde 50 olduğu yerde yüzde 25 ile parasını TL mevduata yatırmak istemiyor ama başka alternatif bırakılmıyor. Kredi almak isteyen çok ama bankaların kredi verme iştahı yok. Muazzam bir negatif reel faiz uygulaması var. Böyle baktığınızda piyasalar gönülsüz, devlet zoruyla çalışır duruma gelmiş.
Verimli, efektif, yatırımları finanse edici bir finansal sistem ortaya çıkmıyor. Piyasalara geri kavuşmamız gerekiyor. Gerçi BIST biraz daha bunun dışında ama önemli düşüşler olduğu zaman kamu ağır şekilde devreye giriyor. Piyasanın dengesini bozmaktan çekinmiyor.
Kontrollü ekonomi şu anda yaşadığımız. Korkarız ki Cumhur İttifakı iktidarının devamında kontrollü ekonomi daha da yaygınlaşacaktır. Ağırlıklı olarak bankalar, ticari şirketler, firmalardaki bu kontrol vasıtası, bireylere kadar uzanacak endişesi taşıyoruz. Avrupa’nın yanı başında önemli coğrafya ve lojistik avantajı olan ülkemizin dışa açık ekonomi olarak pazarını genişletmesi gerekiyor.
Bakın 6’lı Masa tekrar kurulduktan sonra ben 4 görüşme yaptım. Yani 2-3 günde bir yabancı sermaye bilgi almaya geliyor. Sadece benimle değil, ekonomiyle ilgili bir çok arkadaşla görüşmeye geliyorlar.
Peki çok tartışılan KKM uygulaması nasıl sonlandırılabilir?
KKM’yi 2021 Ağustos, Eylül’e geri dönelim, “kurlar biraz yükselsin, böylelikle daha rekabetçi hale geliriz. Biraz enflasyon yükselir ama sonra hallederiz” boşvermişliğiyle çıkılan bir yolun sonunda uçuruma düşmek olarak tanımlıyorum. Çünkü dolar18 liraya kadar geldi, inanılmaz enflasyonist baskı oldu, finansal sistem ciddi anlamda tehdit altına girdi. Bunun sonucunda KKM’yi aslında bir şekilde AK Parti’nin kendi akıl dışı politikalarına devleti kefil etmesi olarak görüyorum. Tabi koskoca Türkiye Cumhuriyeti kefil olduğunda kimse bu paraları devletin geri ödemeyeceğine ilişkin güvensizlik yapmaz.
“Kısa vadede ağrıyı gideren yan etkisi ağır ilaç”
Yani KKM bu anlamda kurların belli sınırlar içinde tutulmasına yaradı. Ancak kurların nereye gideceğine bağlı olarak bütçe sorunu olmaya başlardı. Çok büyük paralar ödendi, şeffaf değiller, açıklamıyorlar. Tahminimiz geçen sene yaklaşık 200 milyar lira kamu kaynağı KKM mevduat sahiplerine aktarıldı. Yarısından biraz azı Hazine tarafından ödendi, Merkez Bankası’nın ödediği tutar açıklanmıyor, bunun da 100 milyar olduğunu tahmin ediyoruz. 200 milyar lira geçtiğimiz yılki tarım desteklerinin neredeyse 4 katı.
KKM baştan hiç geçilmemesi gereken, kısa vadede ağrıyı gideren, uzun vadede çok büyük yan etkisi olan ağır bir ilaç olarak görüyorum. O yüzden bundan mutlaka çıkmamız gerekiyor. Bunun koşulları da iki opsiyonlu. Yani bunun tekrar yenilenmeyeceğini, ilan etmek veya buna tedrici olarak belirli zaman içinde yapmak gerekiyor. Bu şuna bağlı olacak, bizim ekonomi politikalarımızın, yurt içi ve yurt dışı yatırımcılar tarafından ne kadar itibar gördüğüyle alakalı bu karar verilecek. Türkiye bu itibarı hızlı şekilde kazanırken, önemli bir de döviz açığı var. Merkez Bankası swap sonrası 45 milyar dolar, KKM de 80, 130 milyar dolara yakın birikmiş bir döviz yükümlülüğü var devletin. Türkiye eğer itibarlı para politikalarıyla geldiğinde TL mevduatın, TL’nin tekrar itibarlı hale gelmesi hızla sağlanabilirse, yurt içi ve yurt dışı döviz girişi hızlı şekilde başlarsa hemen vaz geçilebilir. Ancak beklediğimiz hızda gerçekleşmeyecekse tedrici olarak bundan vaz geçmek, belli tutarla ve vadeyle sınırlamak da çözüm olabilir. Benim bireysel tercihim hemen vaz geçmek yönündedir.
“MB'nin hareket alanı genişletilmeli”
KKM biterse dövize hücum olacak, ciddi devalüasyon olacak yorumlarına katılıyor musunuz?
Hayır, buna katılmıyorum. Gayrimenkul, otomobil, pirince hücum neden olduysa, KKM’ye kayış da ondan oldu. Akıl dışı negatif para politikası, negatif faiz ve bu politikanın insanlara tasarruf aracı olarak ilgisiz şeylere yönlendirmesi kaynaklı. Konut bunun çok iyi örneğidir. Konut fiyatı son bir sene içinde bazı şehirlerde 4 katına çıktı. Barınma hakkı temel bir anayasal hak olduğu bir ülkede, vatandaşa en büyük kötülüktür. Konuttaki artışın önemli kısmı çok derin negatif faizden, bir kısmı da arz eksikliğinden kaynaklandı. KKM’ye kayış da aynı şekilde elinde TL mevduatı, enflasyon karşısında eriyen veya o anda döviz almak istemeyip, dövizin ilerdeki düşüşünden faydalanarak bedava opsiyon sağlamak isteyen, tasarrufçuların talebinden kaynaklandı. O yüzden akılcı para politikası uygularsanız, TL’yi yeniden yatırım enstrümanı haline getirirseniz, KKM’deki dönüşlerin önemli kısmının yine TL’ye akmasını sağlayabiliriz. Bunu illa faiz yükseltmek diye okumayın. İki sene içinde enflasyonun düşeceği inancını topluma verirseniz, bugünkü mevduat faiz seviyesi bile KKM’den TL’ye geçiş için yeterli olabilir. Çünkü aslında vatandaşlarımız, tasarruf sahipleri TL itibarını geri kazanmasına ilişkin endişesi var.
Millet İttifakının her ekonomisti para politikasının bağımsız olacağını söylüyor. Faiz kendiliğinden mi dengelenecek, müdahale olacak mı?
Aslında Merkez Bankası politika faizi ile piyasa faizi arasındaki farkın yükselmesi Merkez Bankası’nın ve hükümetin itibarsızlaştığını gösteriyor. Bizim yapmamız gereken faiz seviyesinden bağımsız olarak TCMB’nin tekrar faizi belirleyebilecek kurum haline dönüştürülmesi. Böyle yaptığınızda ciddi anlamda tahvil, mevduat, kredi faizi ile Merkez Bankası faizi arasında ilişki oluşmaya başlar. Bu ilişkin ilginç şekilde, itibar, güven arttığında faizin çok altıda uzun vadeli tahvil faizi oluşabilir.
"Emeğin payının artması, reel ücretlerin yükselmesi şart"
Enflasyonla mücadelede nasıl bir yol izlemeyi öngörüyorsunuz?
Mali ve psikolojik yönü var. Mali yönünü iyi idare edebilmek için öncelikle psikolojik yönünü net ortaya koymanız lazım. Maliye için ihtiyaç olan vergi, borçlanma kapasitesi ve kamuda tasarruftur. Kamunun öncelikle elini taşın altına koyduğunu göstermesi gerekiyor. Bu sembolik olabilir, kamudaki tasarruf müthiş rakam ortaya çıkarmayabilir ama mutlaka yapması lazım. Örneğin sembolik olarak cumhurbaşkanlığı uçaklarının satılmasından başlayıp, 3-4 sene içinde kamunun ihtiyacı olmayan taşıtların satılması, başka yatırımları kısmasına kadar her şeyin masada olması gerekiyor. Bunu gördükten sonra ciddi anlamda borçlanma kapasitesini artırması, ayrıca da vergiyi daha adil ve tavana dağılmış vergi yapısı gerekiyor. Bizce Türkiye’de dolaylı vergiler sebebiyle vergi zaten çoktan tabana yayılmış durumda.
Borçlanma kapasitesi sadece devletin borçlanması olarak görmüyoruz. 2014 yılı sonunda TL varlıklara yatırım yapmış yabancıların tutarı 200 milyar doladı. Bunun içinde BIST, TL tahvil yatırımı ve swap vardı. Bugün 25 milyar dolar seviyesinde. Türkiye’nin itibarlı, aklı başında para ekonomi politikası yanı sıra özgürlük ve demokrasiyle desteklenmesi de var. Çok büyük potansiyel var. Para çekerken kamu borcunun artırılması değil, şirket satın alımları, sıfırdan yabancı yatırım gibi kalemleri de çekme kapasitesine sahip. Vergi tarafında da Türkiye’nin daha adil vergilendirmeye ihtiyaç var. Emeğin payını artırması gerekiyor. Bunu yaparken, Türkiye’nin mutlaka bizce reel ücretleri yükseltmesi şart. Reel ücretin yükseldiği ve dışa açık itibarlı bir politika uygulandığı Türkiye’de bizce ne kaynak ne istihdam problemi olmaz. En büyük öncelik enflasyon, gelir dağılımının yönetilmesi, istihdam piyasası daha efektif hale gelmesi önemli.
İhtiyaç duyulacak, kaynak öngörünüz var mı?
Depremi hesaba kattığımızda, bizim tahminimiz, önümüzdeki 3 sene içinde 70 milyar dolar civarında ilave kamu harcaması yapılması gerektiğini öngörüyoruz. Bu da bütçe açığına yıllık yüzde 2 ilavedir. Yani bütçe açığı yüzde 4 olarak gelebilir. Böyle baktığınızda yurt içi ve yurt dışı yatırımcılara vereceğiniz güvenin önemini ortaya koyuyor. Hem açığı artıracak dönemde para çekmeniz lazım makul faizle.
Orta vadede bütçe açığı ve enflasyonu kontrol altına alan bir yapıyı duyurmak gerekiyor. Seçimden sonra 1 ay içinde yapılması gerekiyor.
“Ücretsiz deprem konutları ortak toplantıda çıktı”
Deprem konutlarının ücretsiz verileceğine benzer, kampanya döneminde doğrudan vereceğiniz mesajlar olacak mı? Bu kaynak nasıl sağlanacak?
Popülist bir söylem olmayacak. İletişim ekipleri kampanya boyunca net mesajlar verecek. Zaten 2.300 maddeyi kimsenin iştahla okumayacağının farkındayız, bizim görevimiz bunu ortaya koymak. Bu Millet İttifakı’nın oyun alanı, kurallarını ortaya koyan bir metin. Bu, bizim kendi içimizde sınırlarımızı belirliyor. Mesela Sayın Kılıçdaroğlu’nun deprem konutlarının ücretsiz teslim edileceği açıklaması önceki günkü toplantı sonucu ortaya çıktı. DASK yaptırmış olan ve olmayanlar var. Ücretsiz ödeme DASK üzerindeki kısmı kapsayacak ve bunun da mali boyutunun şu anda hükümetin ilk iki sene ödemesiz, 20 sene vadeli şeklinde kredilendirerek verdiği boyuta göre devlete maliyetinin çok önemsiz olacağını söyleyebilirim. Bundan sonra hem Sayın Cumhurbaşkanımızın, hem liderlerimizin oyun kuralları içindeki bütün sözlerinin arkasındayız, çok daha net metinler olacak.
“Vergide beyannameye geçişe ihtiyaç var”
Vergi tavana nasıl yayılacak?
Vergiden önce Türkiye’deki kayıt dışı ekonominin payı azaltılmalı. Kimi kaynaklar yüzde 33 olduğunu söylüyor. Ondan sonrasında da verginin yayılması için üç adım gerekiyor. Kademeli olarak dolaylı vergiden, doğrudan vergiye geçiş planlanmalı. Tabii kayıt dışı ekonominin kayda alınmasıyla oluşacak bir vergi artışı bekliyoruz. Bunun dışında da negatif reel faizden ciddi anlamda şirketlerin, finans sektörünün kaygılandığını görüyoruz. Bu tür kamu kaynaklarının belli yerlere kullandırılmasından vazgeçilmesi öngörülüyor. Vergi istisnaları ve teşviklerinde kontrolsüz bir yapı var. Bugün 2023 için bütçe vergi gelirlerinin dörtte biri kadar vergi teşviki ve istisnası var. Depremin finansmanı için yüzde 10 vergi alınmasını öngörüyorlar. Vergi istisnalarının radikal şekilde aşağı indirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. 2006’da yüzde 6-7 civarındaydı, bunun tekrar tek haneli seviyeye getirilmesi gerekir. Ülkemizde vergi bilincinin geliştirilmesi gerekir. Çalışanlar dahil kademeli beyannameye geçişe Türkiye’nin ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Türkiye’de mutlak yoksulluk tekrar oluşmaya başladı. Beceri setlerinin geliştirilerek, aile bazlı destek verilerek istihdama dönüşün mutlaka sağlanması gerektiğini düşünüyorum. 20 milyon kişi geçici olarak sosyal yardım alıyor. Nüfusun yüzde 25’i sosyal yardım alıyor. Bu model sürdürülebilir değil.
“5 yılda 7,5 milyonluk iş yaratılabilir”
5 yılda 5 milyon istihdam vaadiniz var ama zaten ortalama işgücüne katılım buna çok yakın. Dolayısıyla bu hedeflerle işsizlik oranı öngördüğünüz şekilde düşmez gibi görünüyor?
Türkiye’de işgücüne katılım çok düşük o yüzden doğrusu işgücüne katılım üzerinden bir hedef verilebilirdi. Ancak Türkiye’nin doğru politikalarla tanıştığında istihdam artışı bundan çok daha fazla olacağından eminim. Bu ilk 5 senelik program. Belki bütün programların en arkasından Stratejik Planlama Teşkilatının kurulması hepsinden daha önemli. Burada bizim söylediğimiz 6 siyasi partinin uzlaşarak yazdığı metin. Planlama teşkilatı daha detaylısını yapar. Türkiye doğru politikaları yaptığında 5 yılda 7,5 milyon kişilik iş yaratabilir. Bunu politika metnine iddialı şekilde yazılabilir.