CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.
Özel, şunları söyledi:
"Ortada hala bir iddianame yok, kimse neyle suçlandığını bilmemektedir. Bir tane delil, bir tane kanıt yokken yargısız infaz yapılmakta, açıktan haysiyet cellatları tarafından arkadaşlarımızın onuruyla oynanmaktadır. Bunu bugüne kadar Anadolu Ajansı'ndan yaptıkları yalan servislerle boş bir kasa yerine içinden Euro çıkartılan kasa var. Tutanakta 'kasa boş' diyorsun, 'stok görüntü servis ettik' diyorlar. Kendi kalemşörleriyle, yargıdaki köşeleri dağıttığı ve kendisininin bütün yanlışlarını savunduğu yandaş televizyonlarda her türlü yanlışlığa göz yummuş, vicdanını saraya vermiş yorumcularla haysiyet cellatlığı yapıyordu. O koltuklar boş gördükten sonra çıktı dedi ki 'rüşvet aldılar, belediyeleri soydular'. Bu sözle söylenmez bunun iddiası ispata muhtaçtır. Önce şahit lazım, delil lazım. Bunlara dayanan namuslu bir iddianame lazım. Yargılama, savunma ve karar lazım. İstinafta onay lazım. Yetmez, Yargıtay'da kesinleşme lazım ki birisine bu suçu söyleyebilesin. Daha sadece tutuklama kararı olup da bir satır iddianame ortada yokken arkadaşlarıma 'rüşvetçi, hırsız, dolandırıcı' diyecek adamın alnını karışlarım.
Bu kadar iftira ve kul hakkına girdikten sonra sana ben bir şey demem. Geçen günlerde hocan olduğunu hatırladığın rahmetli Necmettin Erbakan sana demişti ki 'sen bunları yaptıktan sonra ömür boyu alnını secdeden kaldırmasan bu vebalden kurtulmazsın'. Bir yandan da susuyoruz, sabrediyoruz aylarca Meclis'e gelinememiş bir kelime etmemişiz, yaşa hürmet ediyoruz ama dönüp dönüp haksızlıklar yapılıyor. Bana söylenenlere sustum, bir sürü haksızlığı duymazdan geldim. Zaman zaman bazı açıklamaları da kıymetlendirdim şimdi bugün çıkmış bugün Meclis'in ilk grup toplantısında Sayın Bahçeli aynı metni kes kopyala yapıştır atmışlar okuyor oradan; 'şikayet eden CHP'li, şikayet edilen CHP'li, itirafçılar CHP'li, rüşveti alan CHP'li'. Külliyen yalan, soruyorum buradan hangi şahitler CHP'liymiş? Çocuk tacizcisi olan gizli tanık mı CHP'li? Ya da üç kuşak babasından kalan malına mülküne çökülüp de geçmişte AKP'den ihale alıyordu, şimdi İBB'den almış diye malına çökülen işadamları mı CHP'li? Ya da insanları çoluğuyla çocuğuyla tehdit eden, 'bu imzayı atmazsan evladının yüzünü 20 yıl göremezsin' diyen 80 yaşında annesinden 500 kilometre öteye evlatları yollayan, hasta çocuğu içerideyken babasına 'at imzayı artık çıkar oğlunu' diyenlerin kurduğu kumpasın ne tarafı CHP'li?
"Arkadaşlarımın haysiyetiyle oynayan hak ettiğini duyacak"
Kiminle konuştuğunuzu, nasıl konuştuğunuzu bileceksiniz. Bütün Türkiye konuşuyor, birileri susuyor. Ankara'nın ortasından vurulan MHP'li, vurup da yargılananlar MHP'li, azmettirenler MHP'li, serbest bırakıldıktan hemen sonra susturulan MHP'li, azmettirenler MHP'li, konuşmayan bir tek sensin MHP'li. Hak etmediğimi duyarsam hak ettiğini duyarsın. Bu partinin suçsuz evlatlarına hazımsızlıkla iftira atanların hak ettikleri sözü duymalarının vakti çoktan gelmişti bundan sonra da duyacaklar. Hodri meydan! Hadi bakalım bir daha 'hırsız CHP'li' duyduğum anda anlatacağım kimler hangi suç örgütleriyle birlikte. O yüzden bundan sonra gösterdiğimiz sabrı, yaşa saygıyı, Türkiye'nin içinden geçtiği kritik süreçte üzerimize düşen görevden dolayı duyup da duymadığımızı, sağlık dilediğimiz ilk grup toplantısında çıktığınız kürsüde arkadaşlarımın haysiyetiyle oynayan hak ettiğini duyacak bundan sonra.
"Tuğla gibi iddianameyi yargılanmak için değil, yazanları yargılamak için bekliyoruz"
Bazı yandaş kalemler 2 bin sayfa iddianame diyor. 'Tuğla gibi iddianame hazır' diyor. 2 bin 500 sayfalık Zekeriya Öz'ün iddianamesi çıkmadan 10 gün önce devrin Zaman, Bugün gazeteleri Yenişafak'ı, Sabah'ı Zekeriya Öz'ün iddianamesine 'tuğla gibi iddianame' demişlerdi. Bugünün Zekeriya Öz'lerinin yazdığı iddianameyi aynı kelime oyunuyla, aynı manşetlerle söylemeye çalışanlara söylüyorum; o tuğla gibi iddianamede Kuddusi Okkır'a 'örgüt kasası' diyorlardı cenazesini Silivri Belediyesi kaldırdı. Ali Tatar'a 'suikastçi' dediler, beylik silahıyla canına kıydı, masumiyeti eninde sonunda ortaya çıktı. Türkan Saylan'a 'ajan' diyorlardı, İlhan Selçuk'a 'darbeci' diyordu. Bu iddianame Mustafa Balbay'ı, Tuncay Özkan'ı müebbet hapisle cezalandırıyordu. Şimdi bu arkadaşlarımız alınları açık, başları dik bu Meclis'in koridorlarında geziyorlar Zekeriya Öz tuğla gibi iddianameyi yazdı sonra sıçan gibi kaçtı. Şimdinin 'tuğla gibi' iddianamesi Ekrem İmamoğlu'na 'örgüt lideri' dese ne olur? Biz o tuğla gibi iddianameyi yargılanmak için değil, yazanları yargılamak için bekliyoruz. Eninde sonunda CHP yargıya saygılıdır, savcılığı, hakimliği, avukatlığı kutsal görür ama birilerini siyasi operasyonuna ilet edenler, sabah vidanlarını evde unutanlar, bir gün yatarı olmayan suçları 80 gün cezaevinde tutsunlar sonra da 'ben adalet dağıtmaya' geldim diyecek. İktidarımızda hiçbir partinin değil vicdanının sesini dinleyenler, tam bir yargı bağımsızlığına sahip olacaklar. Başta Ak Toroslar olmak üzere bütün çeteleri dağıtacağız, adalet dağıtılmasının önünü açacağız."
Özel, eğitimde yaşanan sorunlardan bahsederek şöyle konuştu:
"Bu iktdiar döneminde maalesef kaliteli eğitim sınıfsal bir hakka dönüştü. Belli sınıfların ulaşabildiği yoksulların mahrum kaldığı bir noktaya geldi. Artık kaliteli eğitime sadece zenginler erişebiliyor. Bu da yetmez gibi şimdi 12 yıllık zorunlu eğitimi kısıtlamak ve kısaltmak istediklerini ifade ediyor Milli Eğitim Bakanı. Buradan söylüyorum: zorunlu eğitimi kısaltmak çocuk işçiliğini yasallaştırmak ve çoğaltmaktır. Zorunlu eğitimi kısaltmak kız çocuklarının eğitim dışına itilmesi demektir. Zorunlu eğitimi kısaltmak eşitsizliğin büyümesi, toplumsal uçurumun derinleşmesi demektir. Peki kim istiyor bunu? Tarikatlar ve bazı gözü dönmüş patronlar. Kim istiyor? MÜSİAD mesela istiyor. Çocuklar erken yaşta iş gücüne katılsın diye önerisi var MÜSİAD'ın. Tarikatlar istiyor. Kız çocukları okulda olmasınlar diyor. Bakan çıkıp bu talepleri bir kılıp sokup bunu da Meclis'ten geçirmek üzere bu sene içinde çaba sarf edeceklerini söylüyor. Buradan Bakan'a söylüyorum: Bugüne kadar yurt yapmadınız, tarikatların kucağına gençleri itmek için. Kreş yapmadınız, kadını evlerde tutmak, sosyal hayattan, iş yaşamından uzak tutmak için. Şimdi zorunlu eğitimi kısaltıyorsunuz. Oysa okul öncesinin de eklenip zorunlu eğitimin daha da uzaması gerekirken lise sonunun dört olması üç olması, bunlar eğer konuşulacaksa da azaltılan kısım mutlaka okul öncesine önce bir yıl sonra iki yıl diye eklenmesi lazım. Bazı çocukların el becerisi dört yaşından, üç yaşından ya da bazı eksiklikleri, kusurları, üç yaşından keşfedilirken bazı çocuklar bunu ancak altı yaşında, yedi yaşında kavuşuyorsa bunun kabul edilebilir bir tarafı yoktur.
"Zorunlu eğitim dışı kalan çocuk sayısı bu sene yüzde 38 artarak 611 bine ulaştı"
Ara eleman eksiği varmış, doğrudur. Ama DPT'yi kapatırken, doğru planlamalar yapmazken, mesleki eğitimi amacına uygun sanayi siteleriyle birlikte akıllıca planlamazken bunları düşünecektiniz. Ara eleman eksiği varmış. Bugün Türkiye'de ne eğitimde ne istihdamda beş milyon genç var. Kim yarattı bunları? Onlara iş bulamıyorsun. Ortaokul çocuğunun ucuz emeğine göz dikiyorsun. Zorunlu eğitim dışı kalan çocuk sayısı geçen sene 442 bindi. 442 bin çocuk bakanlık kayıtlarına göre kayıp. Yani yaşına bakıyorsun, okul yaşında, nüfusta var, okulda yok. Bu sene yüzde 38 artarak 611 bine ulaştı. Bunlar gitmesi gereken okula gitmeyip çalıştırılan çocuklar. Dilendirilen çocuklar, ucuz iş gücü olarak kullanılan çocuklar. Şimdi bununla mücadele etmek yerine bunu kurumsallaştırmaya çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Ve diyor ki utanmadan 'Zorunlu eğitimin kısalması için bir kamuoyu oluştu. Ben muhalefetin fikrini almak zorunda değilim.' Anketlere bakarsan en kabadayı çıktığınız yerde bu yanlışa MHP de evet derse hepi topu 35-36'sınız. Karşınızda yüzde 65 var. Senbu yüzde 65'in fikrine almak zorunda değilim diyorsun. Sonra kamuoyu oluşturuyorsun. Daha beterini söyleyeyim, itiraz ediyorsa gelsin, Gölge Bakanımız, Bakan Yardımcımız izah etsin, hem kendi yüzde 35'lik kısmı var hem de anketlerde AK Partili kadın seçmenin AK Parti'den en memnuniyetsiz olduğu alan çocuğunun aldığı eğitim. Yüzde 19. Yani yüzde 65'i dışlıyorsun yüzde 35'lik kısımda da yüzde 19 memnuniyet var yaptığın işe, beşte biri. Yani bu dediğine memnunum diyen herkes evet dese yüzde 7'si Türkiye'nin. Ne kamuoyu oluşmuş?
Kalıcı yaz saati uygulaması
Ama bir kamuoyu oluştu mu? Evet oluştu. Nede biliyor musunuz? Çocukların sabahın köründe, gözün görmediği saatte okula gitmemesi için bir kamuoyu oluştu. Israrla üzerinde durduğumuz, sizin de ısrarla inat ettiğiniz tam sekiz yıldır süren kalıcı yaz saati uygulamasından dönülmesi için milli mutabakat oluştu. Damat bakan dokuz yıl önce 4,5 milyar lira tasarruf edeceğiz demişti. Bütün dünya buna geçiyor demişti. Ülkenin saatini 365 gün boyunca doğudan geçen saat bilimine göre ayarladılar, bıraktılar. O günden bugüne burada tasarruf edildiğini ispatlayabilen bir kişi çıkmadı. Aksine bir sürü çalışma var. 'Bütün dünya buraya geçecek. Öncü oluyoruz' dedi. Avrupa'da uygulayan bir tek Belarus var. Ama sabahın kör saatinde güneş doğmadan, doğması gerektiği saatte saat ayarlanmadığı için kadın işçiler servise giderken tedirgin gidecekler. Küçücük çocuklar okula giderken karanlıkta gidecekler. Karanlıkta gidilip gündüzü görülmeyen sabah ışığıyla karşılaşmadan okulda kitabın sayfasının açılmasına bütün eğitimciler karşı bu konuda bir mutabakat var. Bunun için çaba göstermek lazım. Milli Eğitim Bakanı'na da Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı'na da sesleniyorum: grubumuzu da bu ailelerin, kadınların ve toplumun talebi olan bu uygulamadan geri dönülmesi için bunun da Meclis'te gündemleştirilmesini bekliyoruz.
"Gübretaş'a bundan sonra daha da yakından bakacağız"
Tarım Kredi Kooperatifler Birliği'ne bağlı Gübretaş'ta işçiler 97 gündür grevde. İşçi mi suçlu? Hayır. Ne var? 19 aydır bir kuruş zam alamamışlar. Bunun için grev yapıyorlar. Ama bu niye çözülmüyor diye baktığımızda birilerinin bunu çözmemeye çalıştığını, Gübretaş'ın pahalı olduğunu, bunun için işçilere zam yapılmaması gerektiğini ve işçileri greve doğru ittiğini görüyoruz. Tam gübre lazım olduğu sırada ETİ Gübre'den 10 bin ton gübre alımı yapmış. Kime ait? Cengiz Holding'e ait. Yani birileri çiftçinin dostu, iyi örgütlü, kuvvetli bir dağıtım ağına sahip kooperatif ağına sahip Gübretaş'ı bilerek hem zarara hem iflasa hem greve iterken bir taraftan yandaşın bir tanesi yine kesesini dolduruyor. Bu konuya dikkat çekiyoruz. Gübretaş'a bundan sonra daha da yakından bakacağız. Herkes bunu bilsin. Bu tertipin sahipleri bilsin."
Özel, şunları kaydetti:
"Hak, hukuk, adalet diye bu işin bir tarafından nasıl tutabilirsin? Çağrıldığın meydanlara koşmak, o meydanları doldurmak -bu meydan Anadolu’nun her bir yerinde olabilir, İstanbul’un bir ilçesinde olabilir, bu pazar olacağı gibi Brüksel’de olabilir- gitmek, ahlaki üstünlüğü psikolojik üstünlüğe çevirmek, psikolojik üstünlükle birlikte çoğunluk enerjisini meydanlara taşımak, mücadeleyi desteklemek en önemli güç. Hiçbirini yapamayanlar ama ‘Bir şey yapmak istiyorum’ diyenlere de bir çağrım var. 19 Mart darbesinin nasıl geldiğini anlatan, Saraçhane’yi anlatan, o günden bugüne kadar yaşana her şeyi anlatan, önsözünü benim, sonsözünü Ekrem İmamoğlu’nun yazdığı, Yavuz Oğhan’ın emeğiyle kaleme alınmış, kimsenin üstünden 1 lira para kazanmayacağı bir kitabımız var. Bu kitabın geliri, 19 Mart darbesi kime zarar verdiyse, işsiz kalan bürokratımızın evladına sahip çıkmak için, ailelere sahip çıkmak için, yurttan atılan öğrencilerin yurt parası için, bursu kesilen öğrencilerin burs parası için ‘Ben ne yaparım’ diyorsan, 'Millete Emanet'. Bu kitabı hepinize emanet ediyorum.
"Meclis’i saygın, vatandaşı perişan olmaz"
Koca bir yaz, bu kadar hukuksuzluk, haksızlık, bu yaşananlar ama esas bir de yaşayamayanlar var. İşsizlikten dolayı evine ekmek götüremeyenler, aldığı maaşla geçinemeyenler, onurla hizmet ettiği memlekette emekli olunca unutulanlar ve büyüyen yoksulluk var. Genel Kurul’a yılda bir kez gelip konuşup giden Erdoğan’ın kimyası bozulunca ve edecek laf bulamayıp ‘Bu yapılanlar Meclis’e saygısızlıktır’ deyince bir baktım Meclis’in saygınlığı nasıl ölçülür. Saygınlığı onu seçenlerin memnuniyetiyle, onu oluşturanların sorunlarını çözme kapasitesiyle ölçülür. Bu üllkede 7 milyon asgari ücretli, en düşük maaş alan 4 milyon emekli ama hemen onun üstündeki dilimlerde 11 milyon emekli, ürünü para etmediği için topraktan kopan milyonlarca çiftçi, geleceğinden umutsuz gençler varken bu Meclis nasıl saygın olabilir? Meclis’i saygın, vatandaşı perişan olmaz. Vatandaş perişansa o Meclis’te saygınlık olmaz.
Asgari ücret
Yaz boyunca çalışan, direnen milletvekillerimin huzurunda 70 gün boyunca deniz, kum, güneş ile yaşayan, buna doyan iktidar milletvekillerine hatırlatmak gerekiyor. Bu Meclis’i kapatıp kaçtığınızda 26 bin 400 lira olan açlık sınırı şu an 28 bin lira oldu. 89 bin lira olan yoksulluk sınırı 91 bin liraya ulaştı. 5 asgari ücretli ya da 6 emekli maaşlarını birleştirseler yoksulluktan 6’sı birden birini kurtarıyorlar. 17 bin liralık asgari ücreti seçim döneminde, asgari ücret o zamanlar 14 bin liralardayken ‘Gerekirse enflasyon tek haneli rakamlara ulaşana kadar yılda 4 kez güncelleyeceğiz’ demiştiniz. Seçimden sonraki yıl, asgari ücreti sadece aralık ayında belirlediniz, bir yıl boyunca zam yapmadınız ve 17 bin liralık asgari ücreti, geçen sene 22 bin liraya çıkardınız. Şu anda asgari ücreti 17 bin liradan 22 bin liraya çıktığı güne göre alım gücü 16 bin 500 lira. 9 ayda buraya geldi ve 3 ay daha eriyecek. Geçen sene yaptığınızın bir benzerini yapmaya, yani gerçek enflasyonu değil, TÜİK enflasyonunu; onu da değil, planladığınız hedeflenen enflasyonu zam diye vermeye hazırlanıyorsunuz. Asgari ücreti utanmadan, sıkılmadan yüzde 20 artırmaya niyetleniyorlar. Bu yılın sonunda asgari ücreti 26 bin 500 lira yapmaya, bir yıl boyunca da böyle tutmaya niyetleniyorlar. Asgari ücreti yüzde 44 enflasyon varken, geçen sene yüzde 30 artırıp milleti bu hale getirenler şimdi aynı kötü niyetle adım atmaya niyet ediyorlar ve utanmadan, sıkılmadan dün çıktı Erdoğan, diyor ki; ‘Kişi başına gelirimiz 17 bin dolara yükseldi. Bunu size müjdeliyorum.’
Asgari ücret 22 bin lira. Bir yıllık asgari ücret 6 bin 370 dolar. Erdoğan diyor ki ‘Kişi başına 17 bin dolarımız var.’ Emekli aylığı 16 bin 800 lira, yıllık 4 bin 860 dolar. Yetim aylığı yıllık 1200 dolar, yaşlılık aylığı 1550 dolar, engelli aylığı yıllık 1240 dolar. Erdoğan diyor ki, ‘17 bin dolar milli gelire ulaştık.’ Bir asgari ücretli, bir emekli, bir yetim, bir engelli, bir yaşlı bir araya gelseler 15 bin 220 dolar beşinin toplamı. Kişi başına 17 bin dolar diyor, bunların Türkiye’deki toplamı 30 milyon kişi. 5’i bir araya gelse, Erdoğan’ın dediğinden hala 2 bin dolar kaybı var bunların. 30 milyon kişiden 5’i birleşerek alabildikleri parayı herkesin aldığını söylüyor. Çarşı, pazar, market fiyatları her hafta değişiyor. Milyonlarca ücretlinin ise maaşı yılda bir kez artırılıyor.
"Garibanın sırtından bu keneleri söküp atacağız"
Vatandaşın 2,5 trilyon lirası kredi kartına borçlu, 650 milyar liralık kredili mevduat borcu, toplam borç 3.1 trilyon lira olmuş. Geçen sene 2 trilyonmuş, bir senede 3.1 trilyona çıkmış. Bunlara uygulanan faiz, kredi kartına ve kredili mevduata faiz aylık yüzde 4,5. Üstüne Banka ve Sigorta Muamele Vergisi; Kaynak Kullandırma Destekleme Fonu, yüzde 30 da vergi koyuyorlar. Vergi kazanandan alınır. Bu bitmiş, tükenmiş, artık eşten, dosttan geçici borç da bulamamış. Yüzde 4,5 çıplak, üstüne yüzde 30 faizle, yüzde 5,85’le bu kişilerden faiz kesiyorlar. Bileşik yılda yüzde 95. Kelimenin tam anlamıyla düşmeyegör. Faizler yüksek, firmalar kredi kullanmakta zorlanıyor, kredi faizleri yüksek ama hiç olmazsa enflasyonun biraz üzerinde bir yerlerde. Buradaki yüzde 95 neyin nesi vicdansızlar! O kartın borcunu buradan çekip kapatan uyguladığınız faiz, Çocuğuna tek muzu kredi kartından çektirip, onun da asgarisini ödeyebilene ödettiğiniz faiz.
Bu durumu her fırsatta ifşa edelim, anlatalım, kanun teklifleri verelim, araştırma önergeleri verelim. Asgari ücrete yüzde 20 zammın hedeflendiği yerde ödenemeyen kredi kartına, asgarisi ödenen kredi kartına, bankadan nakit çekilen paraya yüzde 95 faize savaş ilan ediyoruz. Bunu düşürtene kadar Meclis zemininde ve meydanlarda hep beraber mücadele edeceğiz, garibanın sırtından bu keneleri söküp atacağız.
"Çocuklar için 10 bin lira okula başlangıç desteği vereceğiz"
22 milyon çocuğumuz var. Bunların 8,5 milyonu yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Neredeyse 10 çocuğumuzdan 4’ü yoksul ve sonra çıkıp ‘Türkiye Yüzyılı’ diyorlar. Açlık kalan çocukların yüzyılı mı? Genel Merkez’imizde çaycı arkadaşımızın kızı Defne’nin eline bir kağıt vermişler. Diyorlar ki Defne’ye, ‘Sandviç 70 lira, meyve suyu 20 lira, elma 20 lira, fındık, 50 lira, su 15 lira, toplamı 175 lira.’ İkinci sınıftaki Defne’nin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ‘Okula gelirken bunları getir’ diye eline verilen pusula, 175 liraya bu çantayı dolduruyor. Bunu yapmayalım, verelim Defne’ye, kantinden kendisi alsın. TÜİK’e söylüyorum, enflasyonu ‘Tayyip’i Üzmeyen İstatistik Kurumu’ olarak belirliyorsunuz. Ona göre de zam verilmesini sağlıyorsunuz. Hedef enflasyona gidip daha da aşağısını veriyorlar. Geçen sene tost 45’miş, bu sene 80. Ayran, 10 liradan 20 lira olmuş. Simit, 15 liradan 20 lira olmuş. Şişe su, 10 liradan 15 lira olmuş. Bisküvi, 15 liradan 25 lira olmuş. Kantinin enflasyonu yüzde 68. Okullar bu ayın başında açıldı ve cebinde para olmayan, işi olmayan, asgari ücretle geçinmeye uğraşan insanların, hatta çocuğu işsiz diye toruna emekli maaşıyla harçlık veren insanların muhatap olduğu enflasyon, bu enflasyon. Bu yüzden bu ülkede bir çocuk kantine koşup çift kaşarlı tost yerken, öbürü öbür köşeden bakmasın diye, çocuğun bir tanesi kana kana temiz su içerken, öbürü tuvalet çeşmesine ağzını dayamasın diye, çocuğun birinin gözleri kıpır kıpırken, öbürü önüne bakarak kantinin önünden geçmesin diye bu ülkede bu zalim düzeni değiştirmek, halkın iktidarını kurmak lazım.
Dayanılacak iş değil bunlar ama kimse umutsuzluğa kapılmasın. Çocukları aç bırakan bu iktidarı göndereceğiz. CHP iktidarında her gün, her öğün dört kap sıcak yemekle çocuğun çorbasını, proteinini, tatlısını, meyvesini okuldaki okul yemeğiyle bütün çocuklara ayrımsız ve ücretsiz vereceğiz. Okula başlayan çocuklar için her sene Ağustos ayının 15’inde ailelerinin hesabına bugünkü parayla 10 bin lira okula başlangıç desteği vereceğiz. Bu rakam bazı sendikalarda 23 bin, bazılarında 25 bin lira diye hesaplanıyor."
Özel, konuşmasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD Başkanı Trump ile yaptığı görüşmeye ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.
Özel, şunları söyledi:
"Erdoğan kendi payına çalıştı, yetmedi. Zenginlere çalıştı, yetmedi. Yandaşlara çalıştı, yetmedi. Kırk Haramiler’e çalıştı, yetmedi. Şimdi Trump’a çalışıyor. Beş dakika görüşebilmek için ne hallere düştük, ben söylemedim. İki ülke arasında ilişkiler bozulsa, liderler çatışsa, çözecek dört tane adam var. Dört insan var. Adam deyip kadın siyasetçilere, kadın görevlilere, bürokratlara haksızlık yapmayalım. İki lider çatışsa, dört kişi çözecek bunu. İki ülkedeki büyükelçiler ve iki ülkenin Dışişleri Bakanlığı. Diplomasi bunların işi. Sen devirirsin, o düşmeden kaldırır. Sen dağıtırsın, o toparlar. Sen bir yanlış yapacaksan, ya yaptırmaz, ya hasarı azaltır, arayı bulur. Bunların mesleği bu. Erdoğan Amerika’ya gidecek; gitmeden Türkiye’deki Büyükelçi Barrack diyor ki, ‘Vallahi Trump çok akıllı. Erdoğan’ı çağırdı. Ona, onda olmayan bir şey verecek. Karşılığında her şeyi alacak. Bu benim aklıma gelmemişti. Trump zeki adam.’ Diyor ki, ‘Çok umutluyum görüşmeden. Ona meşruiyet vereceğim. Onda olmayan bir şeyi. Bak her şeyi alacağım.’ Gelişmiş bir dünyada iki ülke arasındaki görüşmeleri, bu ifadeler en az bir yıl erteler. Bir yıl sürer bu laftan sonra bir araya gelmek. Duymazdan geldi bizimki. Gittiler, indiler Amerika’ya. Bir mikrofon, Fox News soruyor, ‘Ne diyorsunuz İsrail Filistin meselesine?’ diyor. Erdoğan diyor ki ‘Trump çözeceğim demişti bugüne kadar çözemedi.’ Bunu Amerikan Dışişleri Bakanına soruyorlar. Diyor ki, ‘Bu yabancı liderler böyledir. Gelirler, peşimizden koşarlar, beş dakika görüşme için yalvarırlar. Sorunun çözümü Beyaz Saray’dadır, bunu bilirler. Erdoğan da bu hafta görüşecek zaten.’ Ben ana muhalefet lideriyim. İktidar başarısız olursa, eğer bundan millet zarar görmüyorsa sevinirim. Millet zarar görüyorsa, üzülürüm. Ama yurt dışında bu hale düşen Erdoğan da olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı'dır. İnsan hazmedemiyor. Gerçekten utanıyor. Ama bizimkiler buna rağmen gittiler Dışişleri Bakanı ile el sıkıştılar, gülüştüler. Barrack’ın kravatından çekiştirdiler, şakalaştılar. Menemen bardağı gibi orada dizildi üç tane bakan. Trump döndü imzalar atılırken, diyor ki, anaokulu çocuğuna öğretmeni yapmaz, çocuğun kişilik gelişimine zarar verir. ‘Şunlara bak’ diyor. ‘Bunlar çok akıllı ya, keşke bu kadar akıllı olmasalardı.’ Makara yapıyor bizimkilerle. Durdular orada, durdular, oturdular. İmzalar atıldı, defteri imzaladı. Ritüeldir, olur. Sözler verildi, muhabbetler edildi, övgüler dizildi.
"Eczanede oturuyor olsaydım 'eyvah' derdim"
Zaten Trump gibi adam, hiçbir şey bilmesem, ben yatılı okulda yetişmiş, eczacılık tahsil etmiş bir kardeşinizim. Hani hiç bu işlere girmesem, Manisa’da eczanemde otursam, televizyonu açsam. Trump Erdoğan’a bizim Cumhurbaşkanına bu kadar övgü yapıyorsa, ‘Eyvah’ derim ‘Bir şey var.’ Çok geçmeden ortaya çıktı. Bazılarını gitmeden söylemiştim. Hepsi doğrulandı. Ne dedi giderken? ‘Yanımda mıymış, nereden biliyormuş?’ dedi. Sonra hepsi tek tek kanıtlandı. Trump’ın tweeti ile başladı, şimdi hepsi ortaya açıldı. ‘300 Boeing alacak’ dedim, 250 Boeing aldı. Haberler ilk çıktığında Türk Hava Yolları'na sordular. ‘250 - 225 uçak alacağız ama markasına karar vermedik’ diyor. ‘Airbus olur, Boeing olur. Modellerine karar vermedik’ diyor. ‘Henüz karar vermedik’ diyor. Belli ki pazarlık gücünü elinde tutuyor. Bizimki gitti bir anonim şirket adına, bağımsız, borsada işlem gören bir anonim şirket adına uçak siparişini verdi. Yetmedi, normal boru hattıyla gelene göre çok daha pahalıya mal olacak sıvı doğal gaz, LNG paketi için söz verdi. 20 milyar dolar da oradan zarar ettirdi. Yetmedi viskisinden arabasına, cevizinden fıstığına bütün Amerikan mallarından vergileri kaldırdı, gümrükte alınanı. Türkiye’de bu üretimi yapanları perişan etti. Yine, daha gitmeden bir gün önce, Çin mallarına vergi koydu, Trump mallarından vergi düşürdü. Gitti teslim oldu. Bunların karşılığında ne aldı? Ne aldığından önce bir şey daha verdi, onu söyleyeceğim. Çünkü Türk Hava Yolları’nı seviyoruz, 250 Boeing’i belki pazarlık eder, daha iyi alırlardı. Olsun varsın kullanırız. LNG pahalıya alındı ama yakarız, ısınırız. Öbür taraftan gümrük vergisi düşmüş Amerikan malının, Çin’in olmuş. O onların savaşı. Bu tarafı da hallederiz. Ama olacak bir şey var ki, buna asla, hiçbirimiz izin veremeyiz. Dünyada nadir toprak elementleri diye bir gerçeklik var. Ve bu güzel topraklar Allah’a bin şükür üç tarafı denizlerle çevrili, içinden deniz geçen, İstanbul’uyla, Çanakkale’siyle, güzel iklimiyle, balıklarıyla, bitki örtüsüyle, karıyla, güneşiyle, verimli topraklarıyla, güzel insanlarıyla, çalışkan insanlarıyla bu ülkeye her şeyi vermiş, bunu da vermiş. Bazı çalışmalar dünyaya bu elementlere en çok sahip olan rezerv açısından, beşinci ülkenin Türkiye olduğunu gösteriyor. Bakan da öyle söylüyor.
"Erdoğan kendi geleceği için ülkenin nadir elementlerini satamaz"
Bazı çalışmalar, ‘İlk sekizde yokuz, 9-10-11 olabiliriz’ diyor. Yani bu memleketin başına bir kez daha ve oluşundan, doğuşundan 1071’de Malazgirt'ten girip bu ülkeye sahip çıkışımızdan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le işgalden kurtuluşumuzdan, hepimizin askerde tuttuğu nöbetten, üstünde durduğumuz bu topraklarda bir talih kuşu var. Ama şöyle bir talih kuşu. Bu rezervin yüzde 48’i, bazıları 80 diyor ama net yüzde 48’i kesin Çin’de. Çin kendininkini harcamayıp, dünyadakini bitirmeye çalışıyor. Trump o kadar kanın, gözyaşının arasında bunlar ‘Ukrayna Ukrayna’ derken Ukrayna’ya, ‘Seni kurtaracağım ama nadir elementleri bana vereceksin’ diyor. Bütün hesaplar bunun üzerinde dönüyor. Ve bu elementleri alınca yeşil enerji, cep telefonu, bilgisayar, tablet, yani bizim Türkiye’de üretmeyip parayla aldığımız, parasını ödeyip aldığımız ne varsa, bu elementler kullanılarak üretiliyor, üretilmeye de devam edecek. Her yeni icat bunlara bağlı. Teknoloji bunlar üzerinden ilerliyor. Ve şimdi dünyadaki Çin de, Amerika da bundan iki sene sonra hazır ediyor ya orduyu Çin’e saldırmaya, savaşacaksa da bunun için savaşacak. Birbiriyle barışacaksa da bunun hatırına barışacak. Öyle bir noktadayız. Gitmiş, kapalı kapılar ardında… Benim iddialarımı Bloomberg ilan etti, ne Amerika yalanladı ne de Türkiye. Amerikan kaynakları hepten doğruluyor zaten. Gitmiş bunların pazarlığını etmiş. Bunların en çok olduğu yer Eskişehir’de ve batarya üretimi, akıllı telefon, lazer türbini gibi teknolojiler için çok önemli olan Eskişehir Beylikova‘daki bu madenleri Trump’a veriyor, karşısında meşruiyet alıyor. Bakın bu elementleri toprağın içinde, karışım halinde, başka cevherin içinde alacaklar. 2002 derece sıcaklıkta birini damıtacaklar, 2005 derece sıcaklıkta birini. Teknoloji ellerinde, orada yapacaklar. Bizden bir liraya alacaklar, bunu damıtacaklar, mikron düzeyinde kullanacaklar. Ürettiği cep telefonunu Türkiye’ye satacaklar. Meselenin özü şu: Bir liraya aldığı şey bize bin liraya geri gelecek. Rakam veriyorum. Zaten bütün pazara hakim, reklam olmaz. Apple var ya bu iPhone’ları yapan. Apple’ın ihracatı 391 milyar dolar. Bu nadir elementleri Apple‘a istiyorlar. Türkiye’nin ihracatı; 262 milyar dolar. Geçen sene biri Apple, bir firma, cep telefonu yapıyor, satıyor; 391 milyar dolar. Türkiye’nin ürettiği ne varsa, tarım ürününden tutun sanayi ürününe, aklınıza gelebilecek fabrikalarda üretilen her şeye; Manisa’daki televizyon fabrikasının 180 ülkeye sattığı televizyon ve buzdolabı da bunun içinde, Türkiye’de üretilen işte örneğin TOGG ihraç ediyorsak bu da içinde, her türlü endüstriyel ürün içinde ve 262 milyar dolar. Sırf Apple 391 milyar dolar. Böyle bir farktan bahsediyoruz.
"Bizde o teknoloji yok ama olacak"
Şimdi bu altın yumurtlayacak tavuğu, bunu şimdi çıkarır Trump‘a verirsen; işleyecek, seneye sana satacak. Eldeki bitecek, 30 yıl sonra bizim torunlar ağzını açıp bakacak. Buradan bir kar yok. Ama Trump‘ın karı çok. Burada vereceği para ne senin karnını doyurur, ne bizim, ne de cari açığı. Kabataslak bir para veriyorlar. Ama bire bin kazanacak bir iş yapıyorlar. Niye? Bizde o teknoloji yok. Olacak. Bu memleket Kurtuluş Savaşı’ndan çıktığında 100 yıl önce Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyet’i kurduğunda toplu iğne de yoktu. Atın nalına çakacak çivi de yoktu. Ama doğru, dürüst, namuslu çalışıldı, gençlere güvenildi, eğitim seferberliği yapıldı, doğru işler yapıldı, en sonunda Türkiye uçak da vagon da üretebilen, kendine yetebilen bir ülke haline geldi kısa sürede. Bu milletin evlatları 100 yıl sonra biz bir kez daha büyük bir kalkınma hamlesini başlattığımızda bu örümcek kafa Milli Eğitim Bakanlığı’ndan kurtulup yerine dünyayı gören, nasıl çalışılması gerektiğini bilen kadrolar geldiğinde, AR-GE‘ye önem verildiğinde Türkiye bu teknolojilere kavuşacak. Bunlar 20 yıl sonra… Dün bir arkadaş söyledi; ‘maddenin ışınlanması.’ Türkiye’den Avrupa’ya buradan bir madde filmlerde olduğu gibi ışınlanıp oluşacaksa burada da kullanılan teknoloji nadir elementler olacak. Şimdiden altın yumurtlayan tavuğu Trump‘a verip iki yumurtasına razı olmak olmaz. Buradan yalvarıyorum ana muhalefet lideri olarak. Vicdanı olan herkese, aklı olan herkese. Bu ülkenin geleceğini kendi geleceği ile Trump‘a, trampa yapan Erdoğan’a mani olun. Mani olun. Türkiye nadir elementlerle ilgili ayağa kalkmalıdır. Erdoğan kendi geleceği için bu ülkenin nadir elementlerini satamaz, sattırmayız. AK Partililere de çağrımdır, MHP’lilere de çağrımdır. Millete şikayet ediyorum. Nadir elementler Türkiye’nin geleceğidir. Trump’a verilemez. Sahip çıkalım, sattırmayalım, gençlerimizin geleceğini kurtaralım."
(ANKA)